Osmanlı postasının tarihi, Tanzimat öncesi ve sonrası olmak üzere iki döneme ayrılarak incelenmelidir. Tanzimat’ın ilanından hemen sonra 1840’ta Posta Nezareti’nin kurulması, imparatorluğun geniş coğrafyasında yaşayan sivil halka düzenli posta hizmetinin verilmeye başlamasına olanak sağladı. Yazılı haberleşme bundan önce aşağıda ayrıntıları incelenecek olan menzil sistemi çerçevesinde yürütülüyor ve yalnızca resmi evrakın iletilmesine elveriyordu.
Diğer taraftan sağlıklı ve hızlı haberleşmenin iş hayatları için büyük önem taşıdığı tüccarlar ise bazı yabancı devletlerin kurduğu konsolosluk kurye hizmetinden yararlanıyorlardı. Bu hizmetin dayanağı aslında İstanbul’un fethinin ardından Fatih Sultan Mehmet’in Galata’da yaşayan Cenevizlilere karadan ve denizden gidip gelebilme olanağı sağlayan “Ahidnâme-i Hümayun”udur denilebilir. Bu ahidnâmede Fatih, “Galatada sakin efrenc tâifesi…memleketlilerim gibi deryadan ve kurudan sefer edeler, kimesne mâni …olmaya” [1] diyerek onlara bir ayrıcalık sağlamıştı. Bu ve benzeri ayrıcalıklar, XVI. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın döneminde ve sonrasında içerik olarak da genişletilerek birçok devletin tebaasına uygulanır hale geldi ve tarihimizde kapitülasyonlar olarak anılan kavram ortaya çıkmış oldu. 1748’de Galata’da Avusturya postanesinin açılmasıyla yayılmaya başlayan yabancı postaneler 1914’e kadar çalışmalarını sürdürdüler.
Düzenli posta sisteminin kurulduğu 1840 öncesindeki yazılı haberleşme, genellikle merkezî hükümet ile eyaletler ve sancaklar [2] arasındaki resmi yazışmaların taşınmasından ibaretti. Sâî, ulak veya tatar olarak adlandırılan, özenle seçilmiş kimseler, önemli ve acil belgeleri taşımakla görevliydiler. İstanbul’dan başlayarak Anadolu ve Rumeli’de oluşturulmuş sağ, sol ve orta kol olarak tanımlanan yolları izleyerek edilerek hedefe erişirlerdi [3].
Anadolu’daki sağ kol, Üsküdar-Gebze-Eskişehir-Akşehir-Konya-Adana-Antakya-Halep ve Şam üzerinden Mekke ve Medine’ye; orta kol, Üsküdar-Gebze-İznik-Bolu-Tosya-Merzifon-Tokat-Sivas-Hasançelebi-Malatya-Harput-Diyarbakır-Nusaybin üzerinden Musul ve Kerkük’e; sol kol ise Merzifon’a kadar orta kolla aynı güzergâhı izleyip buradan Lâdik-Niksar-Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar)-Kelkit-Aşkale-Erzurum üzerinden Hasankale’ye vardığında iki kola ayrılarak Kars ve Tebriz’e ulaşırdı.
Rumeli’deki sağ kol, İstanbul-Vize-Kırklareli-Prevadi-Karasu-Babadağı-İshakçı-Akkirman üzerinden Kırım’a; orta kol, İstanbul-Silivri-Edirne-Filibe-Sofya-Niş-Yagodina üzerinden Belgrad’a; sol kol ise İstanbul-Tekirdağ-Malkara-Ferecik-Dimetoka-Gümülcine-Pravişte-Lanzaka-Yenişehir-İzdin yoluyla İstefe’ye uzanırdı [4].
Bütün bu anayollar ile aralarındaki ikincil yollar üzerinde belirli aralıklarla “menzil” olarak adlandırılan yerler kurulmuştu. Bunlar, haberleşmeyi sağlayan ulakların, sefere çıkmış orduların ve nihayet Hicaz’a giden hac kafilelerinin konakladıkları yerlerdi. Konumuz posta hizmeti olduğu için menzillerin yalnızca haberleşme işlevine katkıları incelenecektir.
Düzenli menzil sisteminin Kanuni’nin sadrazamlarından Lütfi Paşa tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. 1539 – 1541 yılları arasında görev yapıp ve emekli olduktan sonra kaleme aldığı Asafname [5] adlı eserinde ulaklardan bahsederken “…sadaretim zamanında menzil bârgîrleri [6] bazı köşelerde vazettim” yani “…yönetimim zamanında bazı yerlerde menzil beygirleri koydurttum…” demesinden bu sonucu çıkarmak olasıdır. Menzillerde kalanların yiyecek ve barınak gereksinimlerinin karşılanması, hayvanlarına bakılması ve güvenliklerinin sağlanması için civardaki köylerin halkı “menzilkeş” olarak atanıyordu. Bunlar devlet ulaklarının kullanımına her an sunulmaya hazır beygir bulundurmakla da sorumluydular. Menzilkeşlik yapan köylerin menzil akçesi ve menzil imdadiyesi [7] vermesi beklenirdi. Menzilkeşler buna karşılık avarız olarak tanımlanan ve her mahalleden toplanan vergiden muaf olurlar [8]; gayrimüslim iseler yeniçeri oğlanı [9] vermekten kurtulurlardı.
Alt yapısı bu şekilde oluşturulmuş olan menzil sisteminin çalışmasına gelince, ulaştırılması istenilen evrakı taşıyan ulak bir menzile vardığında ya at değiştirerek yoluna devam eder ya da taşıdıklarını hazır bekleyen bir başka ulağa verirdi. Genel kural, çok önemli ve gizli haberlerin tek bir ulak tarafından taşınıp teslim edilmesiydi.
Lütfi Paşa’nın kurduğu düzenin XVII. yüzyılın sonuna kadar yürürlükte kaldığı anlaşılmaktadır. Ne var ki yaklaşık 150 yıl süren bu dönemde uygulama sıkıntılarının ortaya çıktığı, menzil teşkilatında bozulmalar olduğu ve ortaya çıkan aksaklıkların hizmetin verilmesini neredeyse engeller hale geldiği gözlemleniyor [10]. Sistemin iyileştirilmesine yönelik ilk reform hareketi 1691 yılında Köprülü Fazıl Mustafa Paşa’nın girişimiyle başlatıldıysa da araya giren savaşların doğurduğu karışıklıklar nedeniyle ancak altı yıl sonra uygulanabilir hale geldi. Bu gelişmenin Osmanlı posta tarihi açısından belki de en önemli sonucu tüm menzilhânelerde “İn’âmât” adı verilen defterlerin tutulmaya başlanmış olmasıdır. Bu defterlere menzilhânelerden beygir sağlanan ulakların unvanları, görevleri, gittikleri yerler ve aldıkları beygir sayısı işlenmekteydi. Devletin yürüttüğü resmi haberleşmenin istatiksel anlamda analizinin yapılabilmesine elveren bu veriler, günümüz tarihçileri için önemli kaynaklardır.
Menzil sisteminden düzenli postaya geçiş için ilk adımı II. Mahmut atmıştır. Başbakanlık Arşivi’nde 23995 no. ile kayıtlı olan 1248 (1832) tarihli hat-tı hümayunda “Anadolu ve Rumelinin münasib mahallerinde” posta hizmeti verebilecek yer ve insanların devreye alınması istenmektedir. Anılan hat-tı hümayunda “gerek ehl-i islam ve gerek reaya ve efrenc taifelerinin” gönderecekleri mektup ve emanetlerden bahsediliyor olması artık sistemin yalnızca resmi değil özel haberleşmeyi de içereceğini göstermektedir. Ne var ki padişahın bu emri ancak iki yıl sonra 1834’te Muhafız Birliği Müşiri Ahmed Fevzi Paşa’nın sadrazama ve onun da padişaha sunduğu tezkere ile uygulanabilir hale gelmiştir. Tezkerede “posta” sözcüğü ilk defa kullanılarak “menzillerin posta usul ve nizamına ithalinden” bahsedilmekte, deneme olarak İstanbul’dan Edirne’ye kadar dörder beşer saatlik mesafelerde postane diyebileceğimiz mekânların devreye alınması öngörülmektedir. Aynı yıl, Paris Ortaelçisi Mustafa Reşit Paşa’dan Fransız posta sistemi hakkında bilgi istenmiş ve kendisi de Fransız posta nizamnamesinin bir nüshasını temin edip göndermişti.
Bu örnekten yola çıkılarak önce Üsküdar ile İzmit arasındaki yol düzeltilerek posta arabalarının geçişine uygun hale getirilmiş ve açılışı Eylül 1834’te padişah tarafından yapılmıştı [11]. Bunun hemen arkasından Ocak 1835’te (Ramazan 1250) bir “Posta Müdürlüğü” kuruldu [12]. Bu yol beş yıl süreyle kullanılmış fakat nakliyeye elvermeyecek biçimde bozulduğundan 1840’ta tekrar menzil sistemine dönülmüştür.
Devlet, bu olumsuzluğa rağmen düzenli bir posta hizmetinin devreye alınabilmesi çabalarını sürdürdü ve 4 Temmuz 1840 (4 Ca 1256) tarihinde posta müdürlüğünün Ticaret Nezareti’ne bağlanması kararlaştırıldı [13]. Aslında bu müdürlük nezaret statüsündeydi fakat protokolda diğerleri düzeyine yükseltilerek başlı başına bir nezaret haline dönüşmesi ancak 8 Kasım 1841 (25 R 1257) tarihinde mümkün olabildi [14].
Osmanlı devletinde sivil halkı da kapsayan düzenli posta hizmeti, “Postane-i Âmire” olarak adlandırılan ilk postanenin 23 Ekim 1840 (26 Ş 1256) tarihinde açılmasıyla birlikte verilmeye başlandı. Hükümetin 14 Ekim 1840’ta verdiği bir ilanda İstanbul ile Edirne arasında posta hizmeti verilmeye başlanacağı açıklanıyor, tarifeler, mektup çeşitleri, postanın gideceği günler gibi ayrıntılara yer veriliyordu [15].
Bunun hemen ardından 16 Kasım’da Birinci Posta Nizamnamesi yürürlüğe girdi. Bu kapsamda sunulan hizmet en başta yalnızca “…mektup ve takvim ve gazete ve emsali yani kâğıda müteallik nesnelerin…” gönderilmesini kapsıyordu. Mektuplar adi, taahhütlü ve tahrirat-ı mühimme (resmi yazışmalar) olmak üzere üç sınıfa ayrılmıştı. Zarf yabancı bir dilde yazılabiliyordu fakat “…bir kenarına Türkçe olarak dahi gideceği kimsenin isim ve mahalli…” gösterilmeliydi. İmparatorluk topraklarında etkili bir sağlık teşkilatı kuruluncaya kadar, nakit para, kumaş örnekleri gibi hastalık geçirebilecek maddelerin taşınmasına izin verilmiyordu. Daha sonraları posta işletmesinin bağlı olduğu Ticaret Nezareti’nin girişimiyle Kasım 1849’dan başlayarak para ve bazı hafif numunelik eşyanın da taşınmasına başlandı [16]. 1871 tarihli İkinci Posta Nizamnamesinde sınırlamalar kaldırıldı ve kabul edilecek gönderi çeşitleri çoğaltıldı. Gerek İkinci ve gerekse 1882 tarihli Üçüncü Posta Nizamnamesinde postanın bazı istisnalar dışında devlet tekelinde olduğu vurgulanıyordu.
İlk postane binası Nizamnamenin dördüncü maddesinde açıklandığı üzere “Yenicami şerif avlusunda kain mukaddem cizyehane [17] olup bu defa ba irade-i seniyye postane ittihaz olunan mahal…” idi ve Postane-i Âmire olarak adlandırılmıştı.
Mektup ve benzeri maddeler, geçmiş yıllardaki uygulamalarda olduğu gibi, atlı posta tatarları veya yaya sâîler tarafından taşınıyordu. Posta tatarına teslim edilen gönderiler “jurnal” olarak adlandırılan bir beyannameye işleniyor ve mühürlü torbalara konuluyordu.
Düzenli hizmet ilk önce İstanbul ile Edirne arasında başladığı için bu iki şehri bağlayan yol üzerindeki Silivri, Çorlu ve Burgaz’da da postaneler açılmıştı. Her Pazartesi İstanbul’dan kalkacak olan postanın çarşamba günü Edirne’ye varması ve oradan Perşembe günü ayrılarak Cumartesi İstanbul’a ulaşması planlanmıştı.
Başlangıçta posta işletmesinin ne şekilde yürütüleceği konusunda tereddüt yaşandı. Konunun hazineye getireceği parasal yük göz önüne alınarak işletme, 1842’den başlayarak bazen iltizam bazen de emanet yoluyla özel şahıslara verildi. Bu sistemin yolsuzluk ve diğer nedenlerle devleti zarara soktuğu anlaşıldığı için 1857 yılından başlayarak hizmetin tekrar devletçe yüklenilmesi kararlaştırıldı [18]. Hizmetin yaygınlaştırılması ve yeni postanelerin açılması istenilen hızda yapılamadı; 1865 tarihli devlet salnâmesinde [19] tatar postasının işlediği yer –ki bunlar “muntazam” olarak tanımlanmıştı – sayısı Rumeli’de 64, Anadolu’da 67 olarak listelenmiştir [20]. Zaten o dönemin postaneleri bugün anladığımız anlamdan uzaktı, genellikle devlet binaları içinde birer oda olmaktan ileri gitmiyordu. Postane olmayan yerlerde ise mektuplar, bu işle görevlendirilen yerel yöneticiler tarafından kabul edilebiliyor fakat ücret gönderilen tarafından ödeniyordu. Kayıtlara “gayri muntazam” olarak geçen bu uygulama yalnızca mektup gönderimine olanak sağlıyordu ve tatarlar yerine “sürücüler” bu görevi yapıyorlardı. Bunlar aynı salnâmede, Rumeli’de 42, Anadolu’da 43 adet olarak gösterilmiştir.
Teslim alınan gönderilere o merkezin damgası vuruluyordu. Başlangıçta yuvarlak negatif mühür biçiminde olan damgalarda “An canibi postane-i” deyiminden sonra merkezin adı yazılıydı ve en altta yıl gösteriliyordu. Bu damgalar imparatorluğun sona erdiği 1922 yılına kadar birçok değişikliğe uğramıştır.
Posta ücretinin uygulanmasında ise ağırlık / uzaklık-saat bazında hazırlanan tarifeler bütün posta merkezlerine asılmıştı. Ağırlığı 3 dirheme [21] kadar olan bir adi mektup 1 saat uzaklığa 1 paraya taşınıyordu. Buradaki uzaklık- saat kavramı geçilen arazinin yapısına göre hesaplanıyordu. Mektup tartıldıktan sonra ağırlığı ve alınacak ücret genellikle zarfın sol üst tarafına, jurnal sıra numarası ise sağ üst tarafa yazılırdı.
Taahhütlü mektuplar için bunun iki katı alınıyordu. 1840 ile 1922 arasında posta tarifelerinde 24 kez değişiklik yapıldı. Uygulamada adi mektupların postaneden gönderilen tarafından alınması beklenirken taahhütlü olanlar adrese teslim ediliyordu. Bu durum 1882’ye kadar devam etti, o yıldan sonra posta, dağıtıcılar tarafından ücretsiz olarak alıcının adresine teslim edilmeye başlandı. Takvim, gazete ve benzerleri için ücret 5 dirhem için 1 para / 4 saat şeklindeydi.
Tahrirat-ı mühimme tarifesi olarak açık bir hüküm getirilmemiş olmakla birlikte metin içinde yapılan göndermelerden bunların da ücrete tabi olduğu sonucu çıkarılabilir. İleride görüleceği üzere 1871 tarihli II. Posta Nizamnamesine konulan bir hüküm ile [22] resmi dairelere ait yazışmaların postaneler aracılığıyla ve ücretsiz olarak taşınacağı kararlaştırılmıştı. Fakat bu uygulama yine de ücretsiz sayılmazdı çünkü aynı nizamnamenin 31. maddesi uyarınca postanelerden gönderilen resmi yazışmaların ücreti aylık listeler halinde yerel yöneticiler tarafından onaylandıktan sonra hazineye gönderilir ve ilgili kurumlardan tahsil edilirdi.
Yukarıda da açıklandığı üzere postane olmayan yerlerde mektuplar ücreti gönderilen tarafından ödenmek üzere kabul ediliyordu. Bu noktada önemli olan konu mektubun nereden geldiğinin zarfın üzerine yazılmış olmasıydı. Böylece varışta ücretin doğru olup olmadığına bakılarak zarftaki rakamlara uygunluğu kontrol ediliyordu.
Postanede ilan edilmiş posta kabul gün ve saatinden sonra gelecek mektuplar ertesi sefere kalacaktı. Posta idaresi sonraki yıllar boyunca bu konuda titiz davranmış ve gecikmelerden dolayı sorumluluk altına girmemek için mektubun üzerine “badel azime” yani (posta) yola çıktıktan sonra kaşesi ki bazen iki dilde yazılmıştı, uygulamıştır.
İlk Osmanlı Pulu
1840 reformuyla işlemeye başlayan ve içinde yabancı postanelerin de yer aldığı sistem sivil halk tarafından gittikçe benimsenerek ilk posta pulunun çıkarıldığı 12 Ocak 1863 [23] yılına kadar postaya güvenin artmasıyla birlikte genişlemesini yavaş da olsa sürdürdü.
Osmanlı imparatorluğu toprakları içinde üç büyük dinin kutsal şehirleri yer aldığı için nüfusun büyük bir kısmı dindardı. Halkın birçoğu postalarının güvenli ve zamanında ulaşması için iyi ruhlardan yardım ister ve bunu zarfın üzerine bazen bir dua, numara ve daire bazen da bir işaret koyarak dile getirirdi.
1858’de posta taşınması için Gemlik ve Sür’at adlarında iki gemi alındı [24]. Pulun devreye girmesi ile birlikte posta hizmeti çok daha etkili bir biçimde, imparatorluğun her köşesine ulaşabilir hale geldi. Bu gelişmede posta tarifelerinin eski karmaşık esaslarının, pulun getirdiği basit ve rahatça kavranabilir sisteme dönüşmesinin büyük etkisi olmuştur.
Darphane-i Âmire’de basılan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk posta pulu serisi, 20 para ile 1, 2 ve 5 kuruşluk dört değerden oluşuyordu. “Tuğralı pullar” olarak anılan seriye bu adın verilmesi, üzerinde Sultan Abdülaziz’in tuğrasının yer alması nedeniyledir. Dantelsiz olarak büyük tabakalara taşbaskı tekniği ile basılan pullar üzerlerine Maliye Nezareti’nin kontrol bandının eklenmesinden sonra postanelere gönderiliyordu. Bu pullar Postane-i Âmire, Üsküdar, Beşiktaş, Beyoğlu, Kasımpaşa, Eyüp, Sultanahmet, Sultanbayezid, Sultanmehmet ve Kadıköy postanelerinde satılıyordu. Postane-i Âmire tarafından üç kuruş karşılığında satışa çıkarılan tarife ve uzaklıkları gösteren haritaya bakılarak üzerine pul yapıştırılan adi mektup ve gazetelerin posta kutularına atılabileceği açıklanıyordu. Başlangıçta pullar bütün postanelere dağıtılamadığı gibi postane olmayan yani “gayri muntazam” yerlerden mektupların pulsuz olarak gönderilmesi mümkündü. Ücret alıcı tarafından normal tarifeye göre ödenecek ve yalnızca bu amaç için hazırlanmış olan “tarçın rengi” pullar varış noktasında iptal edilerek kullanılacaktı. İstenildiğinde adrese teslim ücreti 20 paraydı [25].
Postanelerde bazı değerlerdeki pulun bitmesi zaman zaman karşılaşılan bir durumdu. Böylesine dönemlerde pulların bölünerek kullanıldığı görülmüştür. Postanede hiç pul kalmaması durumunda damga pulunun posta pulu yerine kullanıldığının örnekleri de mevcuttur.
Pullar tedavüle çıktıktan sonra önceleri üzerinde yazı bulunmayan noktalı ve çizgili damgalarla daha sonra “Battal” yazılı noktalı damgalarla iptal edildiler. 1864 sonlarına doğru “battal” yerine sınırlı sayıda şehir adının yazıldığı damgalar da kullanıldı.
Yukarıda da açıklandığı üzere, bir gönderi, taahhütlü olmadığı sürece adrese teslim edilmiyor, alıcının postaneden gelip alması bekleniyordu. İlk posta pulunun çıkmasını takip eden yıllarda İstanbul’da ticaretin gelişiyor olması ve mektup trafiğinin artması gibi nedenlerle bu uygulamanın yetersiz kaldığını gören Nezaret, İstanbul içinde mektup dağıtımının üstlenilmesi için ihale açtı. Sonuçta iş 12 Ağustos 1865’te altı yıl süreyle Yanyalı bir iş adamı olan Liyanos Efendi’ye verildi. “Birinci Şehir Postası” olarak anılan bu uygulama çeşitli nedenlerle başarılı olamadı ve ancak iki yıl sürdü. Liyanos’un bu amaç için çıkardığı posta pulları geçerliğini yitirdi. Aynı dönemde, 1867’de Köstence ve Çernova’da şehir postası kullanımına izin verilmiş ve bunun için 20 paralık bir pul çıkarılmıştı [26].
Tarihimizdeki ilk antiye, yani pul baskılı gönderi, zarf olarak hazırlanmış ve 1869’da kullanılmaya başlanmıştır. Zarfın arka yüzünde üst kapak üzerine kabartma olarak 8 köşeli sarı renkte pul basılmıştı ve 1 kuruş değerindeydi. Zarfın ön yüzünde, pulun bulunduğu taraftan bakıldığında pulun solunda yine kabartma olarak “Damga-i Nezaret” mührü bulunuyordu.
İlk antiye kart ise 1877 yılında çıkarılmış 20 para değerindeki “Postane-i Amirenin Açık Muhabere Varakası”dır. Aylı ampir pulları tipindeki bu kart iki lisanda hazırlanmıştı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 1874’te Dünya Posta Birliği’nin (GPU, 1878 sonrasında UPU) kurucuları arasında yer alması gerek tarife uygulamalarını basitleştirmesi gerekse yabancı ülkelerle olan posta trafiğinin artması bakımından önem taşır. Gerçi UPU kararları ile uygulamaya geçiş tarihleri arasında bazen uzun yıllar olduysa da posta idaresi 1920 yılına kadar yapılan kongrelerde alınan kararları birkaç istisna dışında uygulamıştır. Pulların renklerinin kullanım amacına göre tespiti, değer beyanlı mektuplar, havale, paket postası, esir mektupları, cevaplı posta kartları ve aşağıda bahsi geçen uluslararası cevap kuponları öne çıkan konulardır. Devletler arasında uygulanacak para birimi altın Fransız frangı ve bunun yüzde biri olan santim olarak kabul edilmişti.
Osmanlı postası için dirhem yerine gramın kabulü, ezan saatlerine dayalı olan alaturka saatten alafranga saate geçilmesi ve bunun damgalarda gösterilmesi yeni uygulamalardı. Ne var ki saatli tarih damgalarına geçiş ancak 5 Mayıs 1901’den (16 M 1319) itibaren İstanbul, Selanik, Edirne, Üsküb, Manastır, Yanya, Bursa, İzmir, Kudüs, Şam, Beyrut, Haleb, Bağdat, Konya ve Trabzon’dan başlayarak mümkün olmuştur [27].
1874 Bern Kongresinde alınan kararlar 3 Eylül 1876’da yürürlüğe konuldu. Tarife, sahil şehirleri arasındaki mektuplar için 20 para, dahildeki merkezlere karadan gidecekler için 40 para yani 1 kuruştu. Bu haliyle önceki dönemlere oranla düşürülmüş olan posta ücreti sayesinde haberleşme olanaklarından yararlanan nüfus sayısında artış oldu. Ayrıca, yabancıların kullanımını kolaylaştırmak için o tarihten sonra çıkarılan pullarda değer ifade eden rakam ve sözcükler iki alfabeye göre yazılmaya başlandı. Posta tarifesinin temelini oluşturan sahil / dahil arasında farklı ücret uygulaması ise belirli istisnalar dışında 1922’ye kadar değişmedi. Başlangıçta sahilden birkaç kilometre içeride bulunan bazı merkezlerin hangi ayırımda yer alması gerektiği uygulamada tereddüt doğurunca 4 Ağustos 1902’den başlayarak sahilden itibaren beş kilometre içeride bulunan yerlerin sahil olarak kabulü kararlaştırıldı [28]. Posta kartları için yurtiçi/dışı gözetilmeksizin 20 para uygulandı. İstanbul için ise 10 paralık özel kart tarifesi bulunuyordu.
1906’da Roma’da toplanan VI. Kongrede uluslararası cevap kuponunun yürürlüğe konulması kararlaştırıldı. Osmanlı postası bu uygulamaya 1 Ocak 1912’den başlayarak katıldı. Bilinen en erken kullanım Muğla postanesinden 9 Mayıs 1912’de satın alınan bir kupondur.
UPU kararları çerçevesinde yurt dışına posta kabulüne ise 15 Eylül 1876’da başlandı ve Galata postanesi bu iş için görevlendirildi. 1884’ten başlayarak bu sayı arttırıldı ayrıca hangi postanenin hangi gönderileri kabule yetkili olduğunu gösteren tarifeler yayınlandı. 1884’te 1033 olan postane sayısı [29] 1892’de 1288’e [30] yükselmişti.
Postanın taşınmasında demiryolları da önemli rol oynamıştır. İlk hatlar Rumeli’de 1860’da Köstence ile Çernova, 1865’de Varna ile Rusçuk arasında açıldı.
Daha sonra, 1870’de Baron Maurice de Hirsch’e verilen bir imtiyazla Şark Demiryolları’nın (Chemins de fer Orientaux – CO) kurulmasını takip eden yıllarda Rumelideki demiryolları gelişti. 1874’e gelindiğinde şirket , üç ana hatta 1.300 kilometrelik bir demiryolu ağı kurmuştu. Bunların en uzunu ve önemlisi İstanbul’u Edirne ve Filibe üzerinden Belovo’ya bağlayan hattı. Diğer ikisi Selanik – Mitroviça ve Dobrljin – Banja Luka arasındaki hatlardı.
İstanbul’u Viyana’ya doğrudan bağlıyan hat 12 Ağustos 1888’de açıldı. Ertesi yıl 1 Haziran 1889’da ünlü Şark Ekspresi (Orient Express) Paris ile İstanbul arasında çalışmaya başladı. Bu trenlerde seyyar posta hizmeti veriliyordu. Ayrıca istasyonlar da yalnızca adi mektup kabul edebilen postane statüsüne geçirildiler. 1886’ya kadar Varna yoluyla denizden alınıp verilen Avrupa postaları bu yıldan itibaren demiryoluyla iletilmeye başlamıştır.
Anadolu’da ise 7 Haziran 1866’da İzmir – Aydın arasında demiryolunun devreye girmesi hizmete yeni bir boyut getirdi. Hattın yapım ve işletme imtiyazı bir İngiliz şirketi olan Ottoman Railway Company’e verilmişti. Ulaşım hızlandığı gibi trenlere yerleştirilen seyyar posta memurları ara istasyonlardan ve trende seyahat eden kimselerden posta kabulüne başladılar. 1865 – 1869 arasında posta ücreti istasyonlardaki şirket yetkililerine ödendiği için mektuplarda pul bulunmamaktadır. Bu hatta para da taşınıyordu. Posta adrese en yakın olan istasyona bırakılıyordu.
Diğer taraftan 1908’de Şam ile Medine arasında devreye alınan Hicaz ve 1913’te işletmeye açılan Bağdat demiryollarının da katkısıyla sekiz bin kilometreyi aşan sistem Asya’daki topraklara yönelik posta hizmetinin kaderini değiştirdi. Bu yeni hatların hepsinin bir bölümünde, seyyar posta hizmeti veriliyordu. Postanın demiryollarının yanında denizyolu ile taşınmaya başlaması zaman içinde posta tatarlarının işlevini ortadan kaldırdığı için 1918’de bunlar seyyar memurluğa geçirildiler ve geleneksel hizmet sona erdirilmiş oldu [31].
İstanbul’da 1913’te basılan pul karneleri özellikle seyahat etmek zorunda olanların, askere gidenlerin, hareket halinde olan devlet memurlarının postane ve pul arama zahmetinden kurtulmalarını sağladı. İçinde 48 adet 10 paralık pul bulunan karnenin ön kapağında Osmanlıca, arka kapağında Fransızca olarak içerik ve kullanım bilgileri veriliyordu. Aynı dönemde ilk defa ödemeli paket hizmeti de devreye girdi.
1914 yılında basılmış olan posta rehberine göre imparatorluk topraklarında 1585 postane vardı ve bunların sekseni İstanbul’daydı.
Savaş Yılları
Savaşa girilmesiyle birlikte posta sisteminde belirli değişiklikler yürürlüğe konuldu. Bunlardan ilki ordu bünyesinde bir sahra postası örgütünün kurulmasıdır.
Sahra postası Ağustos 1914’te seferberliğin ilanından hemen sonra devreye girdi. Galiçya’dan Yemen’e kadar sürekli hareket halinde olan ordu mensuplarının yakınlarıyla haberleşmesi ancak bu şekilde mümkün olabiliyordu. Askeri birliklere sahra postası numarası taşıyan negatif ve tarih bantlı damgalar verildi fakat hangi numaranın hangi birliğe ait olduğu açıklanmadı. Böylece posta hizmetinin sürdürülmesine olanak sağlanıyor fakat birliklerin nerede olduğu saklı tutuluyordu. Ayrıca Alman ordusu sahra postasının zaman zaman ortak kullanıldığı örnekler de vardır. Osmanlı – Alman ortak sahra postasında da er mektupları ücretsiz taşınırken subaylarınkilere normal posta tarifesi uygulanıyordu [32].
Savaşın getirdiği ikinci uygulama 1908’de kaldırılmış olan sansürün tekrar başlatılmasıdır. Posta merkezlerinin tamamında sansür görevlileri bulunuyor, postane olmayan yerlerde ise bu işi yerel yetkililer –ki bunlar çoğu kez askeri personeldi- yapıyordu. Postaya, özellikle gazetelere uygulanan sansür devletin XIX. yüzyılın son çeyreğinde toplumun kontrolünde kullandığı etkili bir yöntemdi. Özellikle Sultan Abdülhamit’in 1878- 1908 arasındaki saltanatı sırasında yabancı gazete ve dergiler ve bazı yerel yayınlar “evrak-ı muzırra” olarak nitelendiriliyor ve sivil postaya da yoğun sansür uygulanıyordu.
5 Kasım 1914’ten başlayarak mektuplar postaneye açık olarak getiriliyor sansür yetkililerince okunduktan sonra üzerine bunu gösteren bir damga vuruluyordu.
İstanbul, İzmir ve Edirne gibi büyük merkezlerde zarf bir sansür etiketiyle kapatılıyordu [33]. Sansür uygulamasına 13 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile son verildi.
Dönemin devrim sayılabilecek bir gelişmesi 14 Kasım 1915’ten başlayarak kadınların gişe memuresi olarak işe alınmalarıydı. Gerçi merkez postanesinde Haziran 1914’te iki “İslam kadın memuruna” görev verilmişti fakat sınavla işe alma uygulamasına bir yıl sonra başlandı.
Nihayet, bu dönemin bir başka önemli olayı yüzyıllardır devam eden kapitülasyonların ortadan kaldırılmasıyla yabancı postanelerin 1 Eylül 1914’te kapatılmış olmasıydı. Bu noktada yabancı postaneler için bir parantez açmakta yarar vardır. Avusturya ile İstanbul arasında kurulan ilk düzenli konsolosluk kurye servisine Avusturya ve Venedik ile 1718’de imzalanan Pasarofça Anlaşması uyarınca başlandığı anlaşılıyor. Gerçi bu tarihten 165 yıl öncesinde bile kurye haberleşmesinin varlığını Kutsal Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’daki büyükelçisi Ogier G. De Busbecq’in mektuplarından [34] çıkarılıyor ama o hizmetin düzenli olup olmadığı bilinmiyor. Anılan Anlaşmanın XVIII. maddesi uyarınca kuryeler iki başkent arasında serbestçe seyahat edebileceklerdi. Bu uygulama 1729’da İngiliz ve Hollandalı tüccarların yazışmaları için de kullanılan düzenli bir hizmete dönüştü. 1783’te Rusya, 1740’ta Fransa, 1832’de İngiltere, 1834’de Yunanistan, 1870’de Almanya, 1902’de İtalya ile benzeri anlaşmalar imzalanarak bu ülkelerin kurye hizmetlerinin garantiye alınması onlara kendi postanelerini açma olanağını da getirmişti [35].
Posta Nezareti ve devlet, özellikle UPU üyeliğinden sonra yabancı postanelerin kapatılması için uğraş verdiler. Toplanan bütün UPU kongrelerinde bu yolda çalışma yaptılar fakat başarılı olamadılar. Yönetim, bazan devlet dairelerine yabancı postaneler aracılığıyla gönderilen mektuplara takse uyguladı. Daha sonra 13 Nisan 1901 (31 Mart 1317) tarihinde padişahın kabul ettiği bir arz tezkeresi uyarınca Avrupa’dan gelecek bütün postanın Osmanlı postasınca dağıtılacağı kararlaştırıldı [36].
Yabancı postanelere paralel olarak yabancı gemi şirketleri ve acenteleri de postanın taşınmasını üstlenmişlerdi. Aktif rol oynayan Avusturyalı Lloyd Austriaco, The Danube River Steamer Company, Donau Dampschiffahrt Gesellschaft (D.D.S.G.), İtalyan Navigazione Generale Italiana, Rus Ruskoye Obsçiyestvo Parohodstva i Torgovli Co. (R.O.P.I.T.) ve yarı-resmi ulaşım şirketleri ve diğerleri özellikle XIX. yüzyıl boyunca Osmanlı limanlarından posta taşımışlardır.
Savaşın doğurduğu sıkıntıların bir diğer sonucu olarak 21 Şubat 1917’den itibaren 5 ve 10 paralık posta pullarının ödemede 100 paraya kadar küsurat için para gibi kullanılmaya başlanması kararlaştırıldı. Bu amaçla çıkarılan kanunun birinci maddesi anılan pulların postada kullanımını yasaklıyordu [37].
Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği olağanüstü parasal yükün karşılanması için haberleşme hizmetinden vergi alınmasına 1915’te başlandı. Osmanlı posta yönetimi ilki Haziran 1915, ikincisi Şubat 1916’da olmak üzere iki seri sürşarjlı, Şubat 1917’de ise tek bir pul çıkararak bunların, askeri sansür uygulamasıyla zaten sivil halk tarafından neredeyse kullanılmaz hale gelmiş olan telgraf dışında kalan postaya ait bütün işlemlere uygulanmasını zorunlu hale getirdi. “Evladı Şüheda” adındaki vergi [38], pul yapıştırılmadan özel bir kaşe vurularak da tahsil edilebiliyordu. Bu uygulama 6 Şubat 1919 (1335) tarihinde kaldırıldı.
19 Temmuz 1909’da “Donanma-i Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti” kuruldu. Amaç halkın donanmaya gönüllü olarak yardım etmesinin sağlanmasıydı. Savaşın başlamasından bir süre önce donanma yararına 1, 2, 5, 10 ve 40 paradan oluşan yardım pulları çıkarıldı. Posta gönderilerine gönüllü olarak yapıştırılacak bu pullarla donanmaya yardım toplanacaktı. 17 Şubat 1913’te kuruluşun adı “Osmanlı Donanma Cemiyeti” olarak değiştirildi.
1910’de ise Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne yardım amacıyla 10 ve 40 paralık pullar çıkarıldı. Bunların dini ve milli bayramlarda yurt içi yazışmalarına eklenmesi zorunluydu. 1914 sonundan başlayarak bunlar yurt dışı yazışmalarında kullanılmaya başlandı.
Telegraf Hizmetleri
Telgraf hizmetine gelince, imparatorluk içindeki ilk telgraf hattı Kırım savaşı nedeniyle 1852’de, Kırım yarımadası ile Varna arasında İngilizler tarafından kuruldu. Bunun hemen ardından Varna ve İstanbul arasında yine İngilizler tarafından ikinci bir hat açıldı. 1855 Eylül’ünde iki Fransız, De La Rue ve Blacque, İstanbul’u Edirne üzerinden Şumnu’ya bağlayan yeni bir hat inşa ettiler. Böylece İstanbul ile Avrupa başkentleri arasında telgraf bağlantısı başlamış oldu [39]. Aynı yıl Dahiliye Nezareti’ne bağlı bir “Telgraf Müdürlüğü” kuruldu. Bunu takip eden on yılda telgraf ağı büyük hızla yayıldı. Birincisi Aralık 1860’ta olmak üzere açılan telgraf okullarında hem operatörler hem de alt yapı için gereken cihazların üretim ve tamiri için teknisyenler yetiştirilmeye başlandı. Haberleşme konusunun iki ayrı organ tarafından yürütülüyor olmasının getirdiği pratik sorunlar nedeniyle 23 Eylül 1871 (11 Eylül 1287) tarihinde “Posta ve Telgraf Nezareti” kurularak hizmet bir çatı altına toplandı [40]. İmparatorluk postanelerinin telgraf ile bağlanması gerek Nezaret emirlerinin hızla ulaştırılması gerekse aşağıda görüleceği üzere, telgraf havalesi uygulamasının günlük hayata sokulması nedeniyle haberleşme konusuna yeni bir boyut getirmiştir.
Mondros Mütarekesi’nin ardından posta hizmeti konusu Maliye Nezareti’ne bağlı bir genel müdürlük olarak yapılandırıldı.
Savaştan sonra işgal edilmiş toprakları kurtarmak ve bağımsızlığı tekrar kazanmak amacıyla ulusça seçilmiş temsilciler 4 ile 11 Eylül 1919 tarihleri arasında Sivas’ta bir araya geldiler. Girişilmiş olan bağımsızlık hareketi İstanbul hükümetince biliniyor ve takip ediliyordu. Bu süreçte gerek ordu komutanları gerekse “Umumi Kongre Heyeti” ile İstanbul Hükümeti arasında telgraf haberleşmesi süregeliyordu. Sonunda, 11 Eylül günü, çekilmekte olan telgrafların padişaha iletilmesinin sadrazam tarafından engellendiği ortaya çıkınca İstanbul’la Anadolu arasında telgraf ve posta haberleşmesinin durdurulmasına karar verildi [41] ve durum 12 Eylül’de Sadrazam’a da bilgi olarak geçildi. Böylece Osmanlı Devletinden bağımsız yeni bir posta düzeni kurulmuş ve posta tarihimize TBMM Ankara Hükümeti olarak geçen dönem başlamış oldu. İstanbul hükümeti 21 Eylül 1919’dan başlayarak Anadolu’ya havale ve emanet kabulünü sonlandırdı [42]. 23 Nisan 1920’de Dahiliye Vekaleti’ne bağlı TBMM Hükümeti Posta ve Telgraf Umum Müdürlüğü kuruldu [43]. Aynı gün Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla birlikte bahçeye kurulan bir çadırda “Büyük Millet Meclisi Hükümeti Posta ve Telgraf Merkezi” çalışmaya başladı [44].
Osmanlı posta idaresi artık İstanbul’u tanımayan bu yeni hareket karşısında taşraya pul göndermeyi bir süre sonra durdurduğu için Ankara Hükümeti eldeki postanelerde bulunan her çeşit posta ve damga pulunu toplayıp onlara “Osmanlı postaları 1336” veya “1337” sürşarjını uygulayarak Ekim 1920’den itibaren posta hizmetini bu pullarla sürdürdü [45].
Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra yapılan ilk işler arasında bir posta kanunu çıkarılması da vardı. 26 Kasım 1923’de yürürlüğe giren 376 sayılı Posta Kanunu zaman zaman geçirdiği değişikliklerle yirmi yedi yıl yürürlükte kalmıştır.
Sonuç olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun en düzgün çalışan kurumları arasında posta hizmeti sürekli olarak ön plana çıkmıştır. Devlet, vatandaşına verdiği bu hizmetin gizlilik ve güven içinde yerine getirilmesini bir namus borcu olarak düşünmüş ve koyduğu kurallarla bunu korumaya özen göstermiştir. Avrupa devletlerinin başlattığı her yeni uygulama bir süre sonra ülke şartlarına uygun hale getirilip devreye sokulmuştur. Posta seferlerinin tarife ve ücretleri, hangi postanenin neyi kabule yetkili olduğu gibi konular daha ilk uygulamadan itibaren haritalar eşliğinde, anlaşılır bir biçimde halkın bilgisine sunulmuştur. Bu bilgiler 1864’den başlayarak salnâmelerde, 1892’den sonra ise Posta ve Telgraf Nezareti’nin yalnızca bu amaç için çıkardığı “risale”lerde yer almıştır. 1884’den sonra yayınlanan risalelerin büyük kısmı Osmanlıca ve Fransızca olarak hazırlanmış ve içerikleri bugün bile örnek alınacak biçimde düzenlenmiştir. Kısacası, zamanımızda düzgün çalışan bir posta düzenine sahip olduğumuz düşünülüyorsa, bunun temelinin neredeyse 175 yıl önce atılmış olduğu ve hizmetin ana fikrinin hala değişmediği unutulmamalıdır.
Bu yazıda Turhan Turgut beyin "Osmanlı İmparatorluğu Posta Tarihi: Tarifeler ve Posta Yolları (1840 – 1922)" İstanbul 2018; Alfa Yayınları eserinden alıntı yapılmıştır.
[1] Mahmut H. Şakiroğlu, “Fatih Sultan Mehmed’in Galatalılara Verdiği Fermanın Türkçe Metinleri”, Ankara Üniversitesi Dergiler Veri Tabanı.
[2] Sancak, bugünkü kaza benzeri bir yapıydı.
[3] Anadolu yol ağı konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Franz Taeschner, “Osmanlı Kaynaklarına Göre Anadolu Yol Ağı”, (Çev. Nilüfer Epçeli), İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 2010.
[4] İzzet Sak – Cemal Çetin, “XVII ve XVIII Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Menziller ve Fonksiyonları: Akşehir Menzilleri Örneği”. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya: 16 (Güz 2004), s.182. Ayrıca Bkz.. Yusuf Halaçoğlu, Osmanlılarda Ulaşım ve Haberleşme (Menziller), Ankara: PTT Genel Müdürlüğü Yayını, 2002.
[5] Lütfi Paşa, (haz. Ahmet Uğur), Asafname. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı yayını, 1982.
[6] Bârgîr: Yük tutan, yük kaldıran, beygir, at. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ferit Devellioğlu, Ankara: 1999, Aydın Kitabevi s.71.
[7] Menzil masraflarının menzilcilerin altından kalkamayacakları bir düzeye ulaşması durumunda başka bir kazadan alınan yardım.
[8] Asaf Tanrıkut, Türkiye Posta ve Telgraf ve Telefon Tarihi ve Teşkilat ve Mevzuatı, Ankara: PTT Genel Müdürlüğü Yayını, 1984, s.20.
[9] Birden fazla erkek çocuğu olan gayrimüslim tebaadan yeniçeri olarak yetiştirilmek üzere alınan çocuk.
[10] Zübeyde Güneş Yağcı, “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devletinde Menziller ve Menzilhaneler: İznik Menzili ve Menzilhanesi”, Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 6-7, 2002, s.26.
[11] Tanrıkut, a.g.e., s.36.
[12] BOA, Hat-tı Hümayun 23630.
[13] & [14] Tanrıkut, a.g.e., s.41 & s.49.
[15] İlanın aslı olup değerli filatelist Joseph Hackmey’de bulunmaktadır. Tercüme edilmiş metin için bkz. Tanrıkut, a.g.e., s. 42-43.
[16] Şekip Eskin, Türk Posta Tarihi, Ankara: Ulusal Matbaa, 1942, s.18.
[17] Cizye, Osmanlı İmparatorluğu’nda gayri müslim tebaadan ve Hıristiyan memleketlerinden himaye karşılığında alınan vergiydi. Buna ait işlemler cizyehanede yapılıyordu.
[18] Bu döneme ait ayrıntılı bilgi için bkz.. Tanrıkut, s. 50 ve devamı.
[19] Salnâme, Osmanlı Devleti’nde bir yıllık olayları göstermek amacıyla kitap şeklinde yayınlanan, tarih, coğrafya, siyaset, devlet kurumları gibi konuları içeren eserdir. İlk kez 1847 yılında yayınlanmıştır.
[20] 1281 (1875) yılı devlet salnâmesi. BOA Kütüphanesi, Kayıt No: 524, s. 144 – 145
[21] Bir dirhem 3.207 gramdır.
[22] Madde 26: “Umur-u devlete dair postalara verilecek her nevi muhaberat-ı resmiye ve nukud ve numune vesaire için hiçbir yerde ücret alınmayacaktır.” Bkz. Tanrıkut, a.g.e., s. 93.
[23]Bu konudaki duyuru için bkz. Takvim-i Vakayi, 21 Recep 1279, S. 678, s.1.
[24] Eskin, a.g.e., s.21.
[25] Bu açıklamalar Nezaret’in 12 Ocak 1863 (21 B1279) tarihinde Takvim-i Vakayi (no. 678) ve Tasvir-i Efkar (no. 57) verdiği ilanlarda yer alıyordu. İlanın tam metni için bkz.. Tanrıkut, a.g.e., s.355-356.
[26] Eskin, a.g.e., s.29.
[27] BOA, PTD, No:6.
[28] PTM, S. 18, Ağustos 1902, s. 91. Beyazıt Kütüphanesi Sıra no. 1807, HTU no:1029
[29] Telgraf ve Posta Tarifesi, Dersa’adet: 1884, Telgraf ve Nezareti Matbua-i Osmaniye, s. 2 – 44.
[30] Mustafa İhsan, Posta Rehberi, İstanbul: 1308/1892 Mahmut Bey Matbaası, s. 69- 179.
[31] Eskin, a.g.e, s.41.
[32] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Turhan Turgut, “I. Dünya Savaşında Osmanlı Ordusu Sahra Postasının Kuruluş ve İşleyişi”, Toplumsal Tarih, S. 241, Ocak 2014, s.70 ve devamı.
[33] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Turhan Turgut, “I. Dünya Savaşında Osmanlı Posta Sansürü”, Toplumsal Tarih, S. 243, Mart 2014, s.82 ve devamı.
[34] 1554 – 1562 yıllarında İstanbul’da bulunmuş olan bu Avusturya’lı diplomatın mektupları için bkz.. “The Turkish Letters of Ogier Ghiselin de Busbecq”, İngilizceye tercüme eden Edward Seymour Forster, Oxford University Press, 1927.
[35] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Salih Kuyaş, “Posta Tarihi ve Kapitülasyon Postahaneleri”, Tarih ve Toplum Dergisi, (Ocak ve Şubat 1984). Ayrıca Ayşegül Okan, “The Ottoman Postal and Telegraph Services in the Last Quarter of the Nineteenth Century”, Boğaziçi Üniversitesi yayınlanmamış master tezi, İstanbul, 2003, s.32 vd.
[36] Bu karara esas olan komisyon raporu ve arz tezkeresi metinleri için bkz. Tanrıkut, a.g.e., s.334 vd.
[37] Takvim-I Vekayi, 1 Ca. 1335 (1917). Ankara Üniversitesi Gazete Arşivi.
[38] 16 Mayıs 1331 (1915) tarihli bu Muvakkat Kanun’un tam metni için bkz. Takvim-i Vakayi, 25 Haziran 1331, S: 2226. Ankara Üniversitesi Gazete Arşivi: gazeteler.ankara.edu.tr
[39] Okan, a.g.e., s.26. Tanrıkut, a.g.e., s. 566 vd.
[40] Tanrıkut, a.g.e, s. 205.
[41] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt I, s. 140, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü yayını, İstanbul, 1962.
[42] İfham gazetesi, 21 Eylül 1919.
[43] Eskin, a.g.e., s.34.
[44] Tanrıkut, a.g.e., s.673.
[45] Ali Nusret Pulhan, Türk Pulları Kataloğu XII., s.229 ve devamı, İstanbul 1973. Ayrıca İsfila Türk Pulları Kataloğu 1863-2015, İstanbul, 2015. Passer, a.g.e., s. 142 ve devamı.